Yasamin neresinde duruyorum diye dusundu kalabaligin ortasinda, her gecen kisinin hayatini, geçmişini, aşklarını, nereden geldiğini ve nereye gidiyor olabileceğini, nelere güldüğünü nelere üzüldüğünü hayal etmeye çalıştı, çıldıracak gibi oluyordu. 10 milyonluk bir şehirde yapılası iş değildi onunki. Aceba kendi hayatından kaçmak için miydi başkalarınınkine olan ilgisi? Normalde düşünebileceğimiz ama düşünmemeyi tercih ettiğimiz kaç bilgi vardi sokakta? Kac tanesi yanımızdan geçiyor, metroda karşımıza oturuyordu? Yıllardır görmediğin eski aşkın yanından geçince buna ilahi tesaduf diyor kadere bağlıyorken hergun sehirde rastlantısal olarak karşılaştığın bakıştığın kisiler neden bir ilahi tesadüf olmuyordu? Bunları düşündükce iyice tedirgin oldu, beyni ondan bağımsız çalışan bir anti-şehirciydi sanki. Beynin açık unutulmuş bir kamera olduğunu savunurdu hep, tek farkla pili bitmiyordu ama ısınıyordu. Düşündü, 10 milyonluk bir şehirde hergün sokağa çıkıyorum, gördüğüm ama dikkat bile etmediğim onlarca surat ve kıyafetleri, renkleri beynimin bir yerinde kayıtlı duruyordu. Bundan mıydı aceba sürekli hissetigi yalnızlık duygusu? 

Yanından gecen onca insanin yabanci oldugunu kabullenip, artık yanından gecip gitmeyenleri yani kalanları da yabancı gibi gormesi bundan mıydı? Oyleya, beynindeki diger suratlardan ne farkı vardı yanındakilerin? Onlar da bir surat, et ve formdu aynı diğerleri gibi, bir an için eğildi kendi ellerine vucuduna bakti, yine bir yabancıya bakar gibi oldu, korktu gözü ile bedeni arasinda giderek açılan mesafeden… 

Tugba Tirpan

Londra, 2012.